4

“Yeni Türkiye”de “Yeni AK Parti” seçimlerde kazandığı kitlesel destekle yeni reformlar ve demokratikleşme yolunda daha cesur adımlar mı atar, yoksa sağladığı özgüvenle “laik devlet” ve “seküler toplum” üzerine yeni bir tartışma mı başlatır?

Erdem İlter

Prof. Dr. Nur Vergin

Doç. Dr. Yüksel Taşkın

Yrd. Doç. Hatem Ete

Demokratikleşmeyi iktidar değil toplumsal muhalefet belirler. AK Parti de bir toplumsal muhalefet sonucu iktidara gelmişti. Fakat 10 yılını doldurmuş, artık hegemonik bir güç olmuş bir iktidardan, tepeden inme demokrasi beklemek gerçekçi değildir. Bu, tabandan gelecek taleplere kayıtsız kalabilecekleri anlamına gelmiyor. Kitlesel siyasi partiler toplumdan kopuk olamazlar. Oyuna talip olmadıkları seçmeni dahi direk karşılarına alamazlar. Bakınız; Cumhuriyet Halk Partisi (CHP), yaşanan toplumsal dönüşüme dayanamayıp kadroları ve siyasetinde radikal değişimlere gitti. Benzer şekilde Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) artık siyasetini sadece ülkü ocaklarına hitap ederek oluşturmuyor. Keza Halkların Demokratik Partisi (HDP) ise cumhurbaşkanlığı seçim kampanyasını, tamamen ana kitlesi dışındakilere ulaşmak üzere kurguladı. Siyasetin normalleşmesi yani asıl demokratikleşme budur. AK Parti'nin demokratikleşmeye en büyük katkısı, orduyu siyasetin dışına çıkarması ve Kürt Sorunu’nu şiddetten arındırarak çözmeye yönelmesiydi. Silahların olmadığı bir ortamda da meydan siyasete kaldı. Demokrasiyi gerçekten sindirmiş, aktif ve geniş bir muhalefetin karşısında hiçbir iktidar kayıtsız kalamaz.

 

Sekülerlik tartışması ise azalsa da bitmeyecektir. Katı laik politikalar uygulayan iktidarlar döneminde de bu sorunu başka boyutlarıyla konuşuyorduk. Bu aslında 200 yıldır süregelen bir tartışma ve bugün de bütün dünyada farklı boyutlarda devam ediyor. Fakat Türkiye'de İslami kimliğin kamusal görünürlük kazanmasıyla bir normalleşme yaşandı. Katı laik dediğimiz bir kitle, gidip İslam İşbirliği Teşkilatı'na başkanlık etmiş, mütedeyyin bir insana yani Ekmeleddin İhsanoğlu'na oy verdi. Ayrıca Türkiye'deki dindarlar da yanı başlarında din adına işlenen katliamlara, mezhep çatışmalarının memleketleri nasıl bir yıkıma sürüklediğine yakından şahit olup kahroluyorlar. Bu yüzden sekülerlik tartışmalarının doğası gereği hep devam edeceği ancak derinleşmeyeceğini, çünkü bu konuda Türkiye'de belli bir standardın oluştuğunu düşünüyorum. Davutoğlu'nun Batı ile olan entelektüel gerilimini de sekülarizm üzerinden değil güç dengeleri üzerinden okumak gerekir. Nihayetinde Davutoğlu'nun Batı'ya getirdiği birçok eleştiri yine Batı'daki muhalif, seküler entelektüellerce üretiliyor.

 

AK Parti’nin laiklik ya da sekülerlik üzerine gerilim yaratacak tartışmaları ateşleyeceğini ya da buna yanaşacağını tahmin etmiyorum. Bagajında başka bir şey olmayan bazı partilerin veya bazı kişilerin bu bilindik konuyu canlı tutmak istemeleri beklenebilir ama bu da artık çok etkili olmaz. Tabii, şu veya bu siyasi partiden bağımsız olarak bazı düşünür, aydın, dindar ya da ateist yurttaş bazı endişelerini dile getirecektir. Bazı provokasyonlar da olacaktır. Ama çatışma ve dikotomiyi ateşleyecek esas konu yapısal olarak bu değil artık. Yeni yüksek gerilim hattı dış politika tercihlerinin şekillenmesi aşamasında ortaya çıkacak ve Türkiye’nin uluslararası sistem içerisindeki konumunun tarif ve tanımı ile ilgili olacaktır.

 

 

Yukarıda bu sorunun cevabına kısmen girdik. AK Parti, Alevilere yönelik tam yedi çalıştay düzenledi ama bunun sonucunda ciddi hiçbir talebi karşılamadı. Yine seküler modernist diyebileceğimiz yaklaşık yüzde 30’luk bir kesim de AK Parti’nin muhafazakar demokrattan ziyade, İslamcı bir parti olduğu algısına kapılmaya başladı. Özellikle eğitim alanı mühim. AK Parti, toplumun farklı bileşenlerini dinlemeden bu alanda çok hızlı adımlar atıyor. Bu da toplumsal güven ve barış duygusunu zedeliyor.

 

Ortada tuhaf bir durum var: AK Parti’nin programı, farklı toplum kesimlerine, inançsızlar dâhil, önemli hak ve özgürlükler tanıyor ama pratikteki algı, bazı kesimlerin özgürlüklerinin budandığı yönünde. Bence AK Parti, kendi gücünün farkında değil. Medyayı ve iş dünyasını bu kadar denetleme arzusu, mutlaka ters tepecektir. Yüzde 50 oy desteği olan bir partinin sokak gösterileriyle devrilme korkusu yaşaması anlaşılır değil. Muhtemel rakipleri denetleme arzusu, Türkiye’nin dünyadaki algısını da zedeliyor. Bizi Vladimir Putin Rusya’sı ve Viktor Orban Macaristan’ı ile aynı kulvara geriletiyor.

 

Bu abartılı denetim arzusu, AK Parti’deki ‘Aşil Topuğu’dur. Partinin imajını hızla eskiten, eski Türkiye’yi andıran bu pratikler, AK Parti’yi kendisinin en büyük rakibi haline getirmiştir. Parti içi eleştirinin “fitne ve ihanet” olarak görüldüğü iklimden çıkılması gerekir. AK Parti tecrübesi bize bir defa daha şunu gösterdi: Parti içi demokrasi, liderin hata yapmasının önündeki en önemli frendir. Partide demokrasi kültürü olmadan ülkede demokratikleşme sürecini derinleştirmek mümkün değildir.

Davutoğlu, bu sınırları aşabilecek mi? Bana göre, siyasi kaderi buna bağlıdır.

 

 

 

 

AK Parti’nin gündemindeki ilk üç konu başlığı, doğrudan yapısal demokratikleşme adımlarını oluşturuyor. Çözüm Süreci, yol haritasının detaylarını konuşmaya varacak emin adımlarla ilerliyor. Siyasal sistemi anti-demokratik, kayıt-dışı iktidar odaklarından arındırarak denetlenebilir, şeffaf, siyasetin denetiminde bir bürokratik mekanizma oluşturmak üzere sürdürülen paralel yapıyla mücadele, AK Parti’nin en önemli gündem maddesini oluşturuyor. Son olarak, bu iki başlığın nihai bir çözüme kavuşturulması ve 12 yıllık vesayetle mücadele sürecinde gerçekleştirilen reformların kurumsallaşması için AK Parti, yeni Anayasa yazımını en önemli gündem maddelerinden biri olarak görüyor. Dolayısıyla, AK Parti, reformcu siyaset anlayışından uzaklaştığı eleştirilerine maruz kaldığı dönemde, aslında, iktidarının en yapısal, köklü demokratikleşme projelerine odaklanmış durumda.

 

Ancak, bütün bu demokratikleşme adımları, beklenebileceği üzere, yerleşik imtiyazları tehdit ettikçe, toplumun bazı kesimlerinde kaygı ve endişe uyandırıyor. Muhalefet partileri, bu endişeleri pozitif bir siyasal gündemle siyaset üretmeye tahvil etmekte başarısız oldukça, demokratikleşme gündemi siyasal ve toplumsal kutuplaşma dinamiğine dönüşüyor. Demokratikleşme adımlarının toplumsal-siyasal kutuplaşmayı derinleştirmekten öte özlenen uzlaşı iklimine yol açması için AK Parti’nin siyaset üslup ve performansı kadar, muhalefet partilerinin değişime direnç konumundan vazgeçerek siyaset üretimine yönelmesi gerekiyor. Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığına çıkarak parti siyaseti denkleminden uzaklaşması ve AK Parti’nin yeni bir genel başkanla yoluna devam edecek olması siyasetin yenilenmesi için güçlü bir zemin üretiyor. Muhalefet de bu yeni dönemi yeni bir üslup ve vizyonla karşılamayı başarabilirse, hem demokratikleşme gündemi duraksamadan yoluna devam edebilir, hem de demokratikleşme kutuplaşma dinamiği olmaktan çıkıp uzlaşma dinamiğine dönüşür.

 

Görüşler yazarlara aittir. Al Jazeera'nin editöryel politikasını yansıtmayabilir.