2

Kılıçdaroğlu’nun muhafazakâr seçmenleri (de) gözetmeye gayret gösteren siyasi tutumu, sadece seçim kazanmaya yönelik bir taktik mi, yoksa CHP geleneksel laik-Kemalist çizgisinden uzaklaşıyor mu? CHP'nin muhafazakâr açılımının başarı şansı nedir?

 

Prof. Dr. Özer Sencar

Yrd. Doç. Dr. Yunus Emre

Yrd. Doç. Dr. Mustafa Altunoğlu

Ercan Karakaş

Her ay düzenli olarak yaptığımız “Türkiye'nin Nabzı” araştırmalarımızın 2014 verilerinin ortalamasına göre Türkiye'deki seçmen kitlesinin siyasi kimliklerinde öne çıkanlar yüzde 24 ile Atatürkçülük, yüzde 19 ile milliyetçilik, yüzde 19 ile muhafazakârlık ve yüzde 12 ile demokratlıktır. Bir partinin seçmenlerinin siyasi kimlik dağılımı Türkiye geneli dağılımına ne kadar yakınsa, o parti o kadar Türkiye partisidir, Türkiye genelinde yer alan tüm kimliklere o derece açıktır varsayımında bulunulabilir. Bu bakış açısıyla CHP seçmen kitlesine baktığımızda; CHP'li seçmenin yüzde 55'inin kendisini Atatürkçü, yüzde 17'sinin sosyal demokrat, yüzde 12'sinin demokrat olarak tarif ettiği görülmektedir. Bu verilerden de anlaşılacağı üzere CHP seçmen kitlesiyle Türkiye geneli arasında dikkate değer bir farklılık vardır. Öte yandan AKP seçmen kitlesinin ise birebir olmasa da Türkiye geneline benzediğinin de altını çizmek anlamlıdır, böylece seçmen kitlesinin yarıya yakınının oyunu alabilmektedir; başka bir değişle yarıya yakının oyunu aldığı için Türkiye geneline benzemektedir (Bu oranların detaylarına metropoll.com.tr ve twitter.com/metropoll adreslerimizden ulaşmak mümkün). Bu verilerden yola çıkarak CHP'nin gerek muhafazakâr gerek diğer seçmen kitlelerine karşı aldığı/alacağı tutumun önemine ulaşabiliriz. Farklı renkleri içinde barındırabilen bir CHP ancak Türkiyelileşebilecek ve oy oranını artırabilecektir. CHP'nin birbirinden farklı kesimleri kesebilen bir politika hattı yakalayabilmesi ise içindeki Atatürkçü-Kemalist sayısını değil sadece oranını düşürecektir, çünkü ancak bu durumda seçmen sayısı artmış bir CHP'den bahsetmek mümkün olacaktır. Bu politik hattı sadece farklı kesimlere hitap edecek adaylarla yakalayabilmek elbette mümkün değildir. Asıl olan CHP'nin geleneksel devletçi-elitist çizgisinden uzaklaşarak sosyal demokrat kimliğine sahip çıkması ve toplumun "öteki" olan tüm kesimlerinin sesi olabilmesidir.

Ben muhafazakârlık açılımına başarı şansı vermiyorum. CHP yönetimi AKP'nin başarısının sebebini yanlış yerde arıyor. Eskiden "halk cahil, eğitimsiz olduğu için ya da yoksul ve muhtaç olduğu için AKP'ye oy veriyor" görüşü CHP'ye hâkimdi. Bidon kafalılar, göbeğini kaşıyan adamlar, makarna, kömür vs. söylemlerini hatırlayın. Şimdi ise “halkımız muhafazakâr olduğu için AKP'ye oy veriyor” görüşü etkili. Bu varsayım yanlış.


Türkiye çok muhafazakâr bir toplum olduğundan AKP yüzde elli oy almıyor. AKP farklı toplumsal kesimler arasında geniş bir siyasal ittifaka dayandığı için CHP'den fazla oy alıyor. Bu ittifakı ayakta tutacak kalkınmacı bir program uyguluyor ve yaygın bir sosyal yardım ağını yönetiyor. Ayrıca yüklü hazine yardımı, devlet imkânları ve işadamlarından sağlanan mali destek partiyi seçim çalışmalarını profesyonel biçimde yürütebilir kılıyor. CHP örgüt sorununu çözmeden nasıl bu profesyonel seçim makinesiyle rekabet edebilir? Diğer yandan CHP “nasıl bir programla halkın karşısına çıkarsam AKP'yi var eden toplumsal ittifak çözülür ve seçmen desteğimi arttırırım?” sorusuna kafa yormalı. Bu ittifakta örneğin kent yoksullarını ele alalım. Bu insanlar acaba muhafazakâr oldukları için mi, yoksa muhalefet partileri onları temsil etmediği ve sorunlarına kapsamlı çözümler önermediği için mi AKP'ye oy veriyor.


Özetle CHP kolaya kaçıyor. CHP'nin “seçmen muhafazakâr, o yüzden Erdoğan'a oy veriyor” yanılgısından kurtulması lazım. Seçmen muhafazakâr olduğu için AKP'ye oy veriyor görüşü yüzünden CHP'de örgüt, program ve ideoloji sorunları tartışılmıyor. Çünkü mesele böyle ele alınınca “biz zaten haklıyız seçmen yanlış tercihte bulunuyor” sonucuna ulaşılıyor. Bu yanlış teşhisten hareketle önerilen tedavi ise muhafazakârlaşmak ya da muhafazakârlığa yönelmek. CHP için çözüm o kadar uzakta değil. Sosyal demokraside.


CHP’nin muhafazakâr seçmene ulaşma çabası yeni değil. Lakin ne Deniz Baykal ne de Kemal Kılıçdaroğlu dönemlerinde beklenen sonucun elde edildiğini söyleyebiliriz. Bunun sebepleri üzerinde düşünmek gerekiyor. İlk elden iki noktanın altını çizmek isterim: İlki, söz konusu çabaların seçimlere yönelik birer taktik hamle olmanın ötesine geçemeyişi ile ilgilidir. Eğer CHP gerçekten laik-Kemalist geleneğinden uzaklaşıyor olsaydı, son yerel seçimlere “Dev çınar yeni filiz 90 yıldır birlikteyiz” sloganı ile girmezdi. Söz konusu slogan, doksan yıllık geleneğe yaptığı vurguyla CHP’nin durduğu zeminin değişmediğini bize gösteriyor. Dahası, CHP’nin işleyişinde belirleyici bir güce sahip Parti Meclisi hâlen muhafazakârlara kapalı. Sadece muhafazakârlara değil elbette. Kürtlere de.


Buna rağmen, ikinci olarak, Kılıçdaroğlu muhafazakâr seçmene hoş geleceğini düşündüğü iddiaları sık sık dile getiriyor: Örneğin, Taraf gazetesinde geçenlerde yayınlanan bir röportajında “toplumun inançlarıyla, kültürel değerleri ile asla oynamayacaksınız, saygı duyacaksınız…” cümlesinde muhafazakâr seçmeni ikna etmeye yönelik dikkate değer bir çaba var. Lakin bu çabanın ihmal ettiği bir gerçek var. Şöyle ki, CHP’nin rakibi AK Parti söz konusu değerlerin içinden gelen kişilerce teşekkül ettirilmiş bir parti. Yani, bu değerlere saygı duymak gerektiğini söyleyen özne ile zaten bu değerlere sahip olan siyasi özne arasında açık bir farklılık var. Bu farklılık, seçmen nezdinde birini diğerine göre her zaman daha avantajlı kılıyor. Çünkü seçmen kendi değerlerine sahip olmayıp ikiyüzlü bir liberal hoşgörü ile saygı duyanı değil zaten sahip olanı tercih ediyor. Bu durumda, CHP’nin muhafazakâr seçmene ulaşma yönündeki açılımlarının başarı şansı da azalıyor.


CHP elbette sağ ve muhafazakâr seçmenlerin oylarına da talip olur. Burada bir terslik yok. Bu durumda yapılması gereken, o seçmenlerin talep ve sorunlarını ciddiye almak ve onlarla somut çözümler üzerinden ilişki kurmaktır. Yoksa geçmişte sağ partilerde bir şekilde yer almış siyasetçileri (içlerinde tartışmalı olanların, “ideolojiler bitti” diyenlerin de olduğu) alarak başarıyı yakalamak mümkün değildir.


Aslında sağdan aday göstermek 2002 seçimlerinde Deniz Baykal döneminde başladı. Mayıs 2010’da Genel Başkan seçilen Kemal Kılıçdaroğlu döneminde de sağ adaylara açılmanın bir yararı olmadı. Hatta partinin sol, sosyal demokrat kimliği daha tartışmalı hale geldi.


O nedenle CHP’nin yapması gereken sol, sosyal demokrat kimliğini netleştirmek ve bu kimliğin gereği olarak, örgüt yapısını üretken, katılımcı ve demokratik hale getirmek olmalıdır. Ve tabii milletvekilleri ve belediye başkanlarının da üyelerin ve gönüllülerin katılacağı önseçimlerle belirlenmesini kural haline getirmek gerekmektedir.


Görüşler yazarlara aittir. Al Jazeera'nin editöryel politikasını yansıtmayabilir.