1

Irak Kürtleri için bağımsızlık ne kadar yakın?


Kadir Has Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesi.

Irak Kürtleri, 1991’de Irak Cumhurbaşkanı Saddam Hüseyin’in saldırılarından korunabilmeleri için ilan edilen korumalı bölgede devlet kurabilmelerini sağlayacak temelleri atma imkânı buldular. Irak Kürtleri arasındaki çatışmaların Washington Anlaşması ile sona ermesi bu sürecin derinleşmesini kolaylaştırdı. ABD’nin Irak’a yönelik savaşı ve bu savaşta Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin savaşa karışmama kararı alması da devletleşme yolunda ciddi adımlar atılması için uygun ortamı sağladı. Sonuçta Irak içinde federal devlet sayılan Kürdistan Bölgesel Yönetimi (KBY), toprakları içinde düzeni sağlayan, seçimlerini yapabilen, farklı partilerin rekabeti sivil siyaset düzleminde yönetebildikleri bir siyasi birim haline geldi. Irak’ın geri kalanını teslim alan şiddetten de mezhep çekişmesinden de kendisini izole edebilen KBY, Bağdat yönetimiyle olan sorunlarını çözemedi. Buna karşın enerji kaynaklarının çıkarılması ve dünyaya satılması konularında Bağdat’ın egemenliğini tanımama noktasına kadar varacak bir tavır aldı.

Kürtler bağımsızlık taleplerini her zaman diri tuttular ancak kendileriyle yakın işbirliği yapmış George W. Bush yönetimi dahi, Kerkük referandumunun yapılmasına karşı çıkarak ve diğer politikalarıyla Kürdistan bağımsızlığına sıcak bakmayacağını gösterdi. Barack Obama yönetimi de aynı siyaseti benimsedi.

Irak Şam İslâm Devleti’nin Musul’u almasının akabinde Kürdistan bağımsızlığının an meselesi olacağı duygusu Kürtler arasında yaygınlaştı. O dönemdeki kargaşada peşmerge güçleri, Kerkük’ü ele geçirirken, KBY topraklarını da statüsü tartışmalı topraklara doğru genişletti. İŞİD’in Musul’un ardından tahminlerin aksine Bağdat’a değil Erbil’e yönelmesi ise tüm bu hevesleri, planları uzunca bir süreliğine erteledi. Peşmergenin İŞİD önündeki başarısızlığı KBY’nin henüz devlet olacak kapasiteyi geliştirmediğini gösterirken, Başkan Mesut Barzani ve onun Kürdistan Demokratik Partisi (KDP) de ciddi güç ve itibar kaybetti.

Son duruma göre, Kürtlerin Irak’tan bağımsızlıklarını kısa vadede alabilmeleri olası değil. Ancak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin dirliği, düzeni ve güvenliği artık kesinlikle uluslararası sistemin de güvencesi altında.


İstanbul Şehir Üniversitesi Sosyoloji Bölümü öğretim üyesi..

Bağımsızlık ya da ayrı devlet meselesini Kürtlerin tamamı için konuşmak nafile. Kürdistan’ın farklı kısımlarının ayrı sosyal ve siyasi tarihleri tecrübe etmişliği, Kürtlerin akıbetini tek bir siyasi ihtimal ya da senaryo etrafında düşünmeye izin vermiyor. Malum, Kürtler ve Kürdistan aşağı yukarı 500 sene İran ve Osmanlı imparatorluklarına tâbi oldu, yaklaşık 100 senedir de İran, Türkiye, Irak ve Suriye ulus devletlerine tâbi durumda. Bu ‘parçalanmışlık’ durumu Kürtleri bağımsızlık imkânına farklı mesafelerde tutuyor; hem sosyolojik, hem politik, hem de diplomatik açıdan.

Kürtlerin akıbeti söz konusu olduğunda, İran Kürdistanı’nda belirsizlik ve sessizlik, Irak Kürdistanı’nda konfederalizm ya da bağımsızlık önerisi, Türkiye Kürdistanı’nda demokratik özerklik, Suriye Kürdistanı’nda da kantonal çözüm teklifi hâkim.

Bu hâl, Kürtler ve bağımsızlık meselesini bir tek Irak Kürdistanı için konuşmayı manâlı kılıyor çünkü burada bağımsızlık cari bir ihtimal olarak ortaya çıkmış durumda. Hem Bağdat Hükümetiyle süregiden köklü anlaşmazlıklar hem de Bağdat’ın Irak üzerindeki kontrolünün hızla zayıflaması, Irak Kürdistanı’nı bağımsızlık seçeneğine biraz daha yakınlaştırmış durumda.

Lâkin bağımsızlık Irak Kürdistanı durumunda bile epey zor görünüyor çünkü Kürdistan’ın da içinde olduğu Ortadoğu’da iş yapma yeteneğine sahip devletlerin (Türkiye ve bir miktar da İsrail hariç) neredeyse tamamı, bilhassa da ABD ve İran, Irak Kürdistanı’nın bağımsızlığından pek de hoşnut olacağa benzemiyor. Kürdistan Demokratik Partisi (KDP) haricindeki Kürt partilerinin bağımsızlık seçeneğine KDP kadar meftun olmayışı da Irak Kürdistanı’nın bağımsızlaşması ihtimalini güçleştiriyor.

Sonuç olarak, bölgedeki altüst oluş pek çok Kürdü heyecanlandırmış olmakla beraber, ortada bütün Kürdistan bir yana, Irak Kürdistanı için bile bağımsızlığı mümkün kılacak kadar büyük bir altüst oluş yok henüz. Öte yandan, sözünü ettiğim altüst oluş, bağımsızlık seçeneğini cari kılmamış olmakla beraber Türkiye, Irak, Suriye ve İran Kürtleri arasındaki teması, dayanışmayı ve işbirliğini çokça derinleştirmiş durumda. Bu hal Türkiye, Irak, Suriye ve İran Kürtleri arasında, Kürtlerin akıbetine dair ortak bir perspektifin gelişmesini hızlandırabilir, bunu da kaydetmek lazım.


ABD’li eski diplomat. Irak Kürt Bölgesel Yönetimi’ne danışmanlık yaptı.

Kürdistan’ın bağımsızlığı kaçınılmaz. Irak Kürt Bölgesel Yönetimi (IKBY) Başkanı Mesud Barzani, Kürdistan parlamentosundan bağımsızlığın oylanacağı referandum için tarih belirlemelerini istedi. Parlamento bir tarih belirleyecek. Kürdistan halkı en az yüzde 95 farkla bağımsızlığa “Evet” diyecektir. Referandum yapılırsa, sonucu görmezden gelmek mümkün değil.Son olaylar referandumu birkaç ay geciktirebilir. Bu aralar Irak Kürt Bölgesel Yönetimi (IKBY), Irak Şam İslâm Devleti (İD) ile olan mücadeleye odaklanmış durumda. IKBY, peşmergeye silah sağlayabilmek için, Irak’a son bir şans daha tanımaya karar verdi. Ama Irak ülkeyi kurtarmak için bu son şansı da kesinlikle iyi değerlendiremeyecek. Irak Başbakanı Haydar el-İbadi de eski başbakan Nuri El Maliki gibi Şii. Tarzı daha açık ve dostane olsa da, İbadi de Maliki gibi aynı merkezi politikaları destekliyor. Aniden gelen İŞİD krizi geçmişken ve Bağdat’ta hiçbir şeyin değişmediği aşikârken, IKBY egemenliğe ve bağımsızlığa giden yolda çalışmalara yeniden başlayacaktır.

Tarih ve adalet Kürlerin yanında. Irak Kürdistanı’nın halkı, oybirliğiyle Irak’tan bağımsız olmak istiyor. Tarih, insanları parçası olmak istemedikleri bir ülkede sonsuza kadar tutmanın imkânsız olduğunu gösteriyor.


TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesi ve Ortadoğu Stratejik Araştırmalar Merkezi (ORSAM) Başkanı.

Kürtler için bağımsızlık pek yakın değil. En azından bazı Kürt milliyetçililerinin beklentileri ölçeğinde yakın olmadığını söyleyebiliriz. Kuzey Irak’taki bölgesel yönetim tecrübesi ile Kürtler kendi kaderlerini tayin hakkını geniş biçimde kullanma şansını elde etseler de öngörülebilir gelecekte bunu daha ileriye taşıyıp bağımsızlıklarını ilan etmeleri bölgesel konjonktür, Irak siyasetinin dinamikleri ve Kürt hareketinin kendi içindeki ayrışma açısından ele alındığında pek muhtemel görünmüyor. Öncelikle Kürt hareketi içerisindeki ideolojik farklılıklar ve dayandıkları sosyo-ekonomik taban farklılıkları siyasi pozisyon alışlarını da etkiliyor. Bu siyasi ayrışmalar aynı zamanda bağımsızlığın zamanlaması, koşulları ve bağımsızlığa komşuların tepkilerinin nasıl değerlendirileceği açısından önemli görüş farklılıklarına da yol açıyor.

Bunun yanı sıra, bağımsızlığını ilân edecek bir Kürt devletinin, Irak içerisindeki tartışmalı bölgelerin statüsünün çözümlenmesini beklemesi gerekiyor ve bu konuda Türkmenlerin ve diğer unsurların da onayının alınabileceği kalıcı çözümün kısa vadede hayata geçirilmesi zor. Benzer şekilde, en önemli gelir kalemini oluşturan doğal kaynakların işletilmesi ve dünya piyasalarına pazarlanması için daha sağlam düzenlemeye ihtiyaç var.

Kürtler, son gelişmelerin de bir kez daha net biçimde ortaya koyduğu gibi, her ne kadar ülkede istikrarsızlık ortamından memnuniyetsizliklerini dile getirseler de bu türden meseleleri ancak Irak siyasetinin içerisinde kalarak kendi lehlerine çözümleyebileceklerini daha iyi anladı. Bu sebeple yine Bağdat’taki siyasi süreçlerin parçası olmayı kabullenerek bağımsızlığı öteleyen siyasi anlayışı benimsediler. Bağdat’taki siyasi süreçler işletilebildiği ve Irak’ın toprak bütünlüğünün sürdürülmesi tercihi ağır bastığı takdirde, Kürtlerin tek taraflı olarak bağımsızlık hamlesi çıkarlarına sonuç üretmeyecek. Yeni dönemde KYB’nin (Kürdistan Yurtseverler Birliği) Goran Hareketi ile siyasi rekabeti, yanı sıra KDP (Kürdistan Demokratik Partisi) ile PKK arasındaki zaman zaman sertleşen iç çekişme Kürt siyasetinde asıl öne çıkan eksen olacak. Öte yandan, bölgesel ve uluslararası aktörlerin bu konudaki rezervi yine bağımsızlık söylemine frenleyici bir etki yapmaya devam edecek.

2

Türkiye’nin uzun süre kırmızı çizgi saydığı Kürtlerin bağımsızlık ilanıyla ilgili bugünkü tavrı, tepkisi ne?


Kadir Has Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesi.

Musul düştüğünde Kürt Bölgesel Yönetimi (KBY) Başkanı Mesud Barzani bağımsızlığın neredeyse dokunulur hale geldiği imalarında bulunmuştu. Türkiye’deki iktidar partisinin o zamanki güçlü şahsiyetlerinden Hüseyin Çelik de Türkiye’nin böyle bir olasılık karşısında pek de tedirgin olmayacağını açıklamıştı. Cumhuriyet dönemi dış politikasında Kürtlerin herhangi bir ülkede kendilerini yönetme hakkı elde etmemesinin ne kadar merkezi bir hedef olduğu düşünülürse bu hayli radikal bir tutumdu. Ancak bu tutum Türkiye’nin dış politikasında 2003 Irak Savaşı’ndan beri ve özellikle Türk Silahlı Kuvvetleri’nin dış politikayı belirleme imkânlarının daraldığı 2007-2008’den beri yaşananların doğal sonucu da sayılabilir. Öncelikle Irak’ın bugünkü kaotik hali içinde istikrarlı ve işleyen düzene sahip Kürdistan bölgesi hem ticaret ve yatırım açısından cazipti hem de Türkiye açısından doğal müttefik niteliği taşıyordu.

Türkiye’nin ‘komşularla sıfır sorun’ ilkesine bağlı politikasının önemli ekonomik boyutu olduğu bilindiğinde bu yakınlaşma şaşırtıcı değildi.

Bunun ötesinde İran’ın Irak’ın geri kalanı üzerindeki etkisinin dengelenmesi açısından da Kürdistan Bölgesi ile ilişkilerin yakınlaşması stratejik bir mantığa oturuyordu. Türkiye’nin, KBY’nin Bağdat’ın egemenliğini sorgulatacak şekilde izin almadan petrol ihracatına yeşil ışık yakması pek çok başkente Ankara’nın bağımsız Kürdistan’ın ebesi olacağını da düşündürtmüştü. Ne var ki Ankara’nın politikası geçmişe göre, Irak Kürtlerinin özerkliğine ciddi destek vermekle birlikte bağımsızlığın pek makbul görüleceği söylenemez. Bir ilke olarak Kürtlerin kendi kaderlerini tayin hakkına destek verilseydi Suriye Kürtlerinin mücadelesini akamete uğratmak için cihatçı unsurlara en azından dolaylı destek sağlanmazdı.

İç politika açısından da Mesud Barzani ile kurulan ilişkiler içeride PKK’nın çekim gücünü azaltmak amacıyla kullanılmaya çalışıldıysa da bunda çok başarılı olunduğu söylenemez.

Irak Şam İslâm Devleti’nin (İŞİD) KBY’ye saldırması sırasında Türkiye’nin ‘müttefiki’ olan KBY’ye yardıma gitmemesi Ankara’nın uzun zaman yatırım yaptığı bu stratejik ekseni bir nebze zayıflattı. Zor durumdaki peşmergeyi ve Kürdistan bölgesindeki Ezidiler veya Şii Türkmenler gibi azınlıkları PKK ve onun Suriye’deki uzantısı PYD’nin korumaları ise PKK’yı dünyanın gözünde meşru ve hatta popüler bir aktör haline getirdi. Bu durumda PKK tüm Kürdistan siyasi coğrafyasının da en etkili unsurlarından birisi oldu. PKK’nın artan gücü bağlamında gene hatırlanması gereken bir gelişme Türkiye’nin KBY güçlerinin Rojava’ya girmesini teşvik etmesine rağmen bunun PKK tarafından engellenmesi oldu. Bu durumun da hem Kürtler arasındaki güç dengelerine hem de çözüm süreci dinamiklerine etkisi görüldü.

Bu durumun sonuçlarının ne olacağını önümüzdeki haftalardaki gelişmeler belirleyecektir. Ancak Ankara’nın İŞİD karşıtlarına gönderilecek silahların PKK’nın eline geçmesinden duyduğu kaygıyı güçlü şekilde kayda geçirmesi meselenin Türkiye tarafında nasıl değerlendirildiğini gösteriyor.


İstanbul Şehir Üniversitesi Sosyoloji Bölümü öğretim üyesi.

Türkiye, Irak Kürdistanı’ndaki statükonun Kürtler lehine bozulmasının en büyük destekçisi olarak görünüyor. Bunun da iki temel sebebi var. Evvela, Kürdistan’ın doğal kaynaklarının dünya pazarlarına ulaştırılmasında kilit ülke konumunu ele geçirmek istiyor. Arap Baharı’nın ve İhvan çizgisinin çöküşünün ardından, Türkiye’yi bölgesel güç yapabilecek tek dinamik olarak bu kalmış görünüyor. İkincisi, Türkiye Devleti, Türkiye Kürtlerinin esas temsilcisi PKK hattını KDP hattıyla dengelemek istiyor. Belli ki AK Parti Türkiye’si hem kültürel yatkınlıklar, hem bölgesel ve küresel vizyon, hem de iktisadi eğilimler itibarıyla KDP hattını PKK hattına kıyasla kendisine daha yakın buluyor. AK Parti, Kürtler ve Türklerin AK Parti vizyonuna yakın bir vizyonda ortaklaşabileceğine inanıyor belli ki. Irak Kürdistanı’nda Kürtlerin yanında tutum alan Türkiye’nin, Suriye’de Kürtlerin olgunlaştırdığı kantonal çözümün karşısında durmasının ardında AK Parti’nin sözünü ettiğim vizyonu var.

Ancak, gerek bölgedeki altüst oluşun derinleşmesi, gerekse de PKK ile yürütülen çözüm süreci AK Parti’nin yürütmekte olduğu ‘Irak Kürtleriyle ortaklık, Suriye Kürtleriyle husumet’ siyasetini olduğu gibi devam ettirmeyi zorlaştıracak görünüyor. PKK ile yürüttüğü çözüm sürecinden geri dönmesi imkânsıza yakın bir ihtimal olduğundan Türkiye’nin yakın bir vadede Suriye Kürtlerine dönük hasmâne tutumunu değiştirmesi sürpriz olmaz.


ABD’li eski diplomat. Irak Kürt Bölgesel Yönetimi’ne danışmanlık yaptı.

Son çeyrek yüzyılda Ortadoğu’daki en dikkat çekici değişiklik Türkiye’nin Kürt sorunu karşısındaki pozisyonunun geçirdiği evrimdi. Türkiye’nin güneydoğusunu ilk ziyaret ettiğim 1980’li yıllarda, Türkiye Kürtlerin varlığını reddediyordu. Ülkenin o bölgesinde yaşayanlar ‘dağ Türkleri’ idi ve herhangi bir resmi alanda Kürtçe konuşmaları yasaktı. Kürtlerin baskı altına alınması kanlı bir direnişi ateşledi. Türkiye 1991’de Irak’ın kuzeyinde güvenli bir Kürt cennetini yaratmaya yardım ettikten sonra bile, ayrı bir Kürdistan Bölgesi’nin kurulmasına şiddetle karşı çıktı.

Bugünse Türkiye ve Kürdistan yakın müttefikler. Türkiye, Irak Kürdistanı’ndaki en büyük yatırımcı ve iki ülke siyasi, diplomatik askeri ve ekonomik konularda işbirliği içerisinde.

Türk yetkililer kamuoyunun önünde Kürdistan’ın kendi kendini yönetme hakkı olduğunu kabul ettiler ve Kürdistan’ın Bağdat tarafından kontrol edilmeyen boru hattı ile petrol ihraç etmesini sağlayarak bölgenin ekonomik bağımsızlığına olanak sağladılar.

Türkiye’nin Kürt yanlısı tutumu yerelde büyük fayda sağlamış durumda. Bu duruş, Türk hükümeti ile PKK arasındaki (Başkan Barzani’nin de desteklediği) geniş kapsamlı barış sürecine uyuyor. Bunun sonucunda, Türkiyeli Kürtler kendilerini gittikçe tam bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı gibi hissediyorlar.

Türk liderler yıllarca her yerde Kürt haklarına karşı çıkarak ülkelerinin güvenliğini sağlamaya çalıştı. Ama bu strateji işe yaramadı. Türkiye şimdilerde hem Irak’taki hem Suriye’deki hem de kendi ülkesindeki Kürtlerin destekleyicisi, müttefiki ve savunucu olarak güvenliğini sağlıyor. Türk liderler gün geçtikçe eskiden Irak toprakları olan bölgede kurulacak bağımsız Kürdistan’ı (aksi takdirde Bağdat’taki ve Şam’daki İran yanlısı Şii rejimlerin ve aşırı İslamcıların üstünlük kazanacağı bölgede) aynı değerleri paylaştığı bir ortak olarak görüyor. Biraz da yeni Kürt politikalarının sonucu olarak, Türkiye’nin Ortadoğu’daki etkisi ve prestiji, Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılmasından bu yana hiç olmadığı kadar büyük.


TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesi ve Ortadoğu Stratejik Araştırmalar Merkezi (ORSAM) Başkanı.

Bu soruya cevap vermek için Türkiye’nin Kürt sorununa ve Kuzey Irak’taki oluşuma bakışının geçirdiği dönüşümü hatırlamak faydalı olacaktır. Türkiye öncelikle içerdeki demokratikleşme süreciyle Kürt sorununa yönelik güvenlikçi bakış açısını terk edip siyasi bir yaklaşım geliştirdi. Buna paralel olarak da Kuzey Irak’taki Kürtlerin federalizm kapsamındaki, otonomi yönündeki kazanımlarını tehdit unsuru olarak gören politikasından vazgeçti ve buradaki oluşumla angajman siyasetine gitti. Bu yeni bakış açısı Türkiye’nin bölgesel politikaları ve ekonomik çıkarları ile uyumlu olduğu gibi içerdeki Kürt sorununun çözümü açısından da (meselenin giderek sınır aşan bölgesel bir içeriğe büründüğü hatırlandığında) gerekli bir adımdı. Bu sayede içerdeki çözüm sürecini başarı ile yürütebilmek için özellikle IKBY Başkanı Mesud Barzani ile geliştirilen ilişkiyi Türkiye’nin bir manivela olarak kullandığı da görüldü.

Türkiye’nin angajman siyaseti neticesinde IKBY ile özellikle ekonomik alanda olmak üzere önemli bağımlılık kanalları gelişti. Barzani ve IKBY’ye, Bağdat’la yaşanan sorunlarda, Türkiye’nin destek vermesi bu ilişkiyi pekiştiren bir unsur oldu. Son dönemlerde gelişen enerji alanındaki işbirliği ile bu ilişki daha ileri düzeye taşındı. Türkiye bu angajman siyaseti ile Kuzey Irak’ta ortaya çıkan otonom idari yapıyı kendisine tehdit olarak görmediğini, bilakis, onu bu sayede kendi ayakları üzerinde duracak biçimde güçlendirmeyi öncelediğini göstermiş oldu. İçerdeki Kürt sorununun siyasi kanallarla ele alınmasını hedefleyen çözüm sürecinin de şu ana kadar sürdürülebilmesi sayesinde Türkiye’nin Kuzey Irak’taki oluşumdan tehdit algısı azaldı. Çünkü bu tehdit algısı Türkiye’deki Kürtlerin kendilerine ileride ‘bağımsız Kürdistan’ı temel referans noktası olarak alacakları varsayımına dayanıyordu. Kuzey Irak’taki Kürt hareketinin kendi içindeki bölünmeler, Türkiye ve Irak Kürtleri arasındaki sosyo-ekonomik farklılıklar ve Türkiye’de sorunun iç dinamikler çerçevesine ele alınması ile bağımsız Kürdistan korkusu büyük ölçüde zayıfladı.

Bugün gelinen noktada Türkiye, Kürtlerin Irak’taki federal yapı içerisinde, mevcut kaynak ve yetki paylaşımı düzenlemeleri kapsamında elde ettikleri geniş kazanımları sürdürmesini, Irak’ın toprak bütünlüğünü tehlikeye atacak adımlardan sakınmasını savunuyor. Fakat Irak’taki siyasi süreçlerin başarısızlığa uğraması, bölgede genel kabulün oluşması durumunda ortaya çıkabilecek bağımsız yapıyı da doğrudan tehdit olarak algılamayacağı görülüyor.

3

Uluslararası ve diğer aktörlerin bağımsızlık konusunda tepkileri, yaklaşımları ne?


Kadir Has Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesi.

Bölge ülkeleri Kürdistan bağımsızlığına sıcak bakmıyor. Arap devletleri açısından bir Arap devletinin topraklarının bölünmesi ve Arap olmayan bir milletin o kopan topraklarda devletleşmesi yeni bir İsrail sendromunu andırıyor. Bölgenin bir mezhep savaşı kâbusu yaşadığı bu dönemde bile büyük çoğunluğu Sünni olan Kürtlere bu mezhebi özelliklerinden dolayı herhangi bir Arap desteği yok.

İran rejimi Musul’un düşmesi akabinde giderek daha gür sesle bağımsızlıktan bahseden Kürt Bölgesel Yönetimi’ne (KBY) böyle bir gelişmeye şiddetle karşı çıkacağını bildirmişti. Zaten Irak Şam İslâm Devleti’nin (IŞİD) Erbil’e doğru ilerlemesi sırasında yarattığı büyük kıyım ihtimali ve insanlık dramı karşısında KBY’nin etkisizliği daha önceki iddialarına gölge de düşürmüştü. Tahran bu zayıflıktan yararlanarak, kendisine yönelik çok sert bir darbe olan Musul’un düşüşünün sonuçlarını lehine çevirmeye başladı. Buradaki ilk ve en önemli adım ABD ve hatta Suudi Arabistan ile anlaşarak Nuri el Maliki’yi başbakanlıktan atmak idiyse, ikincisi de Kürt bölgesindeki konumunu güçlendirmek oldu.

Arzu Yılmaz’ın diken.com.tr sitesinde yazdığı gibi, “İranlı komutan Kasım Süleymani’nin emrindeki kuvvetler bazen Celevla’da bazen Amirli’de peşmerge güçlerinin yanında karşımıza çıkıyor. Zaten Mesud Barzani de Şengal saldırısı sonrasında kendilerine somut destek sunan ilk ülkenin İran olduğunu açıklamış ve teşekkür etmişti. Sonuçta İran’ın Kürtlerin birliğini çıkarlarına ters görmesi beklenen bir tutum olsa da, sınırlarını İD’den korumak, Irak Şii bölgesindeki askeri ve siyasi nüfuz alanını pekiştirmek ve Irak ve Suriye’de Sunni nüfusun çevrelenmesini sağlamak için hem Kürtlerin birliğini hem de ABD ile işbirliğini hazmetmeye çalışıyor.”

ABD ve diğer Batılı ülkelerle Çin ve Rusya bugünün şartlarında bağımsız bir Kürdistan ihtimaline sıcak bakmasalar da KBY’nin güçlenmesi, sınırlarının güvenli olması konusunda net tavır sergilediler. Kürdistan bağımsızlığını açıkça savunan, isteyen yegâne bölge ülkesi ise bölgedeki Arap olmayan devlet sayısının artmasını her zaman kendi çıkarlarına uygun gören ve 1960’ların başından itibaren Irak Kürtleriyle yakın ilişki kurmuş bulunan İsrail oldu.


İstanbul Şehir Üniversitesi Sosyoloji Bölümü öğretim üyesi.

Kürtlerin bulundukları ülkelerde tâbi oldukları statükonun değişmesinin kaçınılmazlığını, İran dâhil, bölgesel aktörlerin hemen hepsi kabul etmiş durumda. Ancak, bölgesel aktörlerin neredeyse hepsi, söz konusu değişikliğin Kürdistan’ın da yer aldığı geniş havzadaki statükoyu bölgesel ya da küresel aktörlerin birinin ya da birkaçının lehine değiştirmesine vesile olmasını da istemiyor. Bu hâl, yine hemen her aktörü, Kürtlerin tabi oldukları statükonun değişme hızına ve biçimine dair epey muhafazakâr ve temkinli kılıyor.

Bu muhafazakârlık son zamanda en belirgin biçimde Irak Kürdistanı’nın akıbetine ilişkin tartışmalarda gözlendi. Geçen birkaç ay da göstermiş oldu ki, Irak Kürdistanı’ndaki mevcut federasyon statükosunun bozulup yerini bağımsızlık durumuna bırakmasına İran, ABD, Suudi Arabistan gibi belli başlı bölgesel güçler kökten karşı çıkıyor. Hem bu ülkelerin karşı çıkışı, hem de bağımsızlık seçeneğine en hararetle destek veren ülkenin Türkiye oluşu, Irak Kürdistanı’ndaki federasyon statükosunun çökmesinin bölgedeki statükoyu Türkiye lehine değiştirebilir olmasından kaynaklanıyor. Belli ki, Irak Kürtlerinin bağımsızlığı Türkiye için arzulanır bir seçenekken, başta İran ve ABD olmak üzere diğer bölgesel aktörler için çok da istenir değil. Türkiye, hem Irak Kürdistanı’ndaki enerji kaynaklarının cazibesine kapıldığından ama hem de Türkiye Kürtlerinin büyük temsilcisi PKK’yi KDP çizgisini güçlendirerek dengelemek istediğinden olsa gerek, Irak Kürtlerinin bağımsızlaşmasına destek veriyor görünüyor. ABD ve İran ise bu ihtimalin Türkiye’yi bölgede daha etkili kılabilecek olmasından endişe ediyor. Bu tablo, Irak Kürdistanı’nın bağımsızlık ihtimalinin çok da kuvvetli olmadığına işaret ediyor.

Lâkin bağımsızlık tümden imkânsız da değil. Bölgede Irak Kürdistanı’nın bağımsızlığını teşvik eden gelişmeler de mevcut. Bu minvaldeki ilk gelişme şüphesiz IŞİD (Irak Şam İslam Devleti) barbarlığı. IŞİD karşısında Irak ordusunun çaresizliği ancak bağımsız bir Kürt devletinin Kürtleri savunabileceği fikrini her zamankinden güçlü kılmış durumda. İkinci olarak, ABD’nin Kürtlerin bağımsızlık seçeneğine karşı takındığı soğuk tavır belli ki Avrupa’da aynen yankılanmıyor. İşaretler, Almanya, İtalya ve Fransa gibi güçlü Avrupa devletlerinin bağımsız Kürdistan seçeneğine daha kolay ikna edilebilir olduğunu gösteriyor. Son olarak, Irak Kürdistanı idarecileri, bölgesel ve küresel aktörleri Kürdistan’ın bağımsızlığının bölgedeki dengeleri Türkiye’nin lehine bozmayacağına ikna etmeleri gerektiğini giderek daha fazla idrak etmiş görünüyor. Bütün bu dinamikler, Irak Kürdistanı’nın bağımsızlığının, zor olmakla beraber, hepten imkânsız olmadığını gösteriyor.


İstanbulABD’li eski diplomat. Irak Kürt Bölgesel Yönetimi’ne danışmanlık yaptı.

IŞİD (Irak Şam İslam Devleti) Musul’u ele geçirdikten sonra ABD ve diğer batılı ülkeler, Irak’ın parçalandığını ve artık geri birleştirilemeyeceğini kabul etmiş görünüyordu. ABD’de Kongre üyeleri artık açıkça, bağımsız bir Kürdistanı desteklediklerini söylüyorlar. Obama hükümeti yetkilileri de gazetecilere haber yapılmamak kaydıyla yaptıkları açıklamalarda, Kürdistan’ın bağımsızlığını ilan edeceğini söylüyor. Aslında ABD yönetimi Kürtlere Irak’a bir şans daha vermelerini söylerken, hükümette kimse bunun işe yarayacağını düşünmüyor. Kısacası, ABD politikaları şu anda Kürtlerin bağımsızlığını birkaç ay da ertelemeyi amaçlıyor ama durdurmayı değil.

Birçok Avrupa ülkesi bağımsız bir Kürdistan’ı destekliyor. İskoçya’nın bağımsızlık oylamasına daha yeni izin veren İngiltere’nin, vatandaşlarına tanıdığı bu hakkı Kürdistan halkının da kullanmasına karşı çıkması çok zor. Fransa ise Kürtlerin davasına uzun zamandır sempati duyuyor. Kabul etmeliyim ki bağımsızlığını 1990’larda kazanan Doğu Avrupa ülkeleri de (Hırvatistan, Slovenya, Baltık devletleri) Kürdistan’ın bağımsızlığını tanıyanlar arasında yer alabilir. Öte yandan İspanya, Katalonya ve Bask bölgesine örnek teşkil edeceği korkusuyla Kürdistan’ın bağımsızlığına karşı çıkabilir.

Bölgesel aktörler arasında en önemlileri ise İran ve Türkiye. İran, Kürdistan’ı batı yanlısı ve Türkiye’ye yakın gördüğü için açık ve net Irak’tan ayrılmasına karşı. Aynı sebeplerden dolayı Türkiye ise Kürdistan’ın bağımsızlığına açık. Suriye hükümetinin görüşleriyse önemsiz.

İdeal olan Kürdistan’ın bağımsızlığını Irak ile anlaşarak kazanması. Irak’ı yöneten, dindar Şii partiler, hedefi ayrılık olan ve bütün gücünü yeni bir Irak kurmak için harcayan bir bölgeyle uğraşmaktansa, Kürdistan’ın bağımsızlığına izin vermenin daha kolay olacağı sonucuna rahatlıkla varabilirler.


TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesi ve Ortadoğu Stratejik Araştırmalar Merkezi (ORSAM) Başkanı.

Genel olarak uluslararası ve bölgesel aktörlerin Irak’ın toprak bütünlüğünün devamını tercih ettiklerini ve Kürtlerin bağımsızlığına sıcak bakmadıklarını söyleyebiliriz. Bu tercihin arkasında Kürtlerin bağımsızlığının ilanı ile Irak’ın dağılmasının önünün açılacağı, bunun neticesinde bazı komşuların doğrudan etkileneceği ve bölgesel istikrarın kökten sarsılacağı algısı yatıyor. Bu meselede en belirleyici bölgesel aktörlerden biri olarak İran’ın bağımsızlığa karşı açık tavır alacağı görülüyor. Burada İran’ın kendi içindeki Kürt nüfusunun (her ne kadar şimdiye kadar önemli bir siyasi meseleye dönüşmese de) giderek hareketlenmesinden duyduğu kaygılar önemli faktör. Öte yandan, Irak’ta Şii çoğunluk üzerinden kurmuş olduğu nüfuz alanının olası bir parçalanma ile daralması, İran’ın görmek isteyeceği bir sonuç değil. Buna paralel olarak, Kuzey Irak’taki mevcut siyasi dengelerde bağımsızlığını ilan edecek Kürtlerin Türkiye ve Batı’nın yörüngesinde kalacağı algısı İran’ı bu konuda muhalif konuma iten önemli bir sebep. IŞİD’le (Irak Şam İslam Devleti) mücadele kapsamında İran’ın Irak Kürt Bölgesel Yönetimi’ne (IKBY) yaptığı askeri yardım sonrasında kazandığı yeni zemin, Kürtlerin bağımsızlığını frenlemesini daha fazla mümkün kılacak. Öte yandan, Suudi Arabistan’ın ve diğer bölge ülkelerinin Kürt bağımsızlığı sonrasında Arap Irak’ın parçalanmasıyla, ardından kurulacak Şii bir devletle yaşamaya istekli olmadıkları hatırlandığında onların da muhalefetlerinin önemli bir sebebi anlaşılabilir. Uluslararası toplum her ne kadar Ortadoğu’nun nüfusça en büyük devletsiz halkı olarak öne çıkan Kürtlere dönük ilgi ve sempati gösterse de Kürtlerin bağımsızlığının bölgesel istikrara yapacağı olumsuz etkilere daha fazla odaklanıldığı ve bunun uygulanabilir bulunmadığı görülüyor. Kürtlerin tarihsel süreçteki bölünmüşlüğü, devlet tecrübesinin eksikliği ve bugün devam eden kendi içlerindeki ayrılıklar nedeniyle, ortak bir hareketle bağımsızlığın temini olasılığının pek gerçekçi olmadığı yönündeki görüşler Rusya dâhil farklı ülkelerce paylaşılıyor. Burada özellikle denize doğrudan erişimi olmayan bir Kürt devletinin sürdürülebilirliği gibi kaygılarla Irak’ın toprak bütünlüğü içerisinde Kürtlerin daha geniş hakları kullanması formülü destekleniyor. Bu yaklaşım enerji politikaları açısından da geçerli; pek çok Batılı aktör sorunlu bir ayrılık sonrasında sadece Kuzey’de iş yapmaya zorlanmaktansa, Irak’ın bütününde faaliyet göstermelerini mümkün kılacak toprak bütünlüğü formülünden yana.


Görüşler yazarlara aittir. Al Jazeera'nin editöryel politikasını yansıtmayabilir.