Türkiye Kürtleri
Osmanlı İmparatorluğu, yönetici sınıfın fethedilen halkları kültürel yönden entegre etmeye dair bir girişimde bulunmaması açısından diğer premodern imparatorluklardan farklıydı. Kürtler imparatorluğun bu özelliği sayesinde, Osmanlı’nın son dönemine kadar kimlik sorunu yaşamadı. Cumhuriyetin kurulmasıyla imparatorluk mirası yerini ulus devlet ideolojisine bıraktı. Kürtler haklarını kaybetti.
1923 Lozan Antlaşması ve Cumhuriyet’in ilanı
Yürürlüğe girmeyen Sevr’in yerine imzalanan Lozan Antlaşması ile İtilaf Devletleri ve Osmanlı arasında anlaşılan sınırlar Türklerin lehine değişti. Kürtlere vaat edilen bağımsızlık şartı da ortadan kalktı. Lozan Antlaşması’nın ardından 29 Ekim’de Türkiye Cumhuriyeti ilan edildi. Cumhuriyet öncesinde Anadolu’daki siyasi hareketi yürüten ilk TBMM’de bir ‘Kürdistan’ vekili de vardı. Diyap Ağa (soyadı kanunundan sonra adı Diyap Yıldırım oldu), Dersim mebusuydu. Mustafa Kemal Atatürk’ün yakın dostu Diyap Ağa Kurtuluş Savaşı’na da destek vermişti. Cumhuriyetin ilk yıllarıyla birlikte Kürtler meclisteki temsillerini kaybetti. Cumhuriyet öncesinde Kürtler için düşünülen kısmi özerklik de rafa kalktı. Atatürk 14 Ocak 1923’te İzmit’te düzenlediği basın toplantısında Anayasa gereğince Kürtler için ‘bir çeşit’ özerklikten bahsetmişti. Bu özerklik federatif değildi, Atatürk tüm ülke için öngörülen güçlü yerel yönetim modelinden Kürtlerin de yararlanabileceğini düşünüyordu. Cumhuriyetin ilanından iki yıl sonra çıkan Şeyh Said isyanının ardından bu yaklaşım uygulanmadı.
1925 Şeyh Said isyanı
Nakşibendi Şeyh Said, hilafetin kaldırılmasına tepki duyuyordu. Yazar Mustafa Akyol, ‘Kürt Sorununu Yeniden Düşünmek’ kitabında isyanın motivasyonunu şöyle aktarıyor: “Hem dini hem de Kürtler arasında yeşermeye başlayan etnik dürtülerle genç Cumhuriyet’e karşı ‘kıyama’ karar vermişti. Amacını Sultan Abdülhamid’in en büyük oğlu olan ve o sıralar Beyrut’ta yaşayan Mehmed Selim Efendi’yi başa geçirerek saltanat ve hilafeti yeniden kurmak olarak ilan ediyordu” . 13 Şubat 1925’te Şeyh Said’in Bingöl’ün Piran köyündeki evine gelen jandarma birliği evdeki bazı misafirleri tutuklamak isteyince ateş açıldı. Şeyh Said isyanı daha hazırlıklı şekilde başlatmak istiyordu ama isyanı bu olay başlatmış oldu. Ayaklanmanın yayılması üzerine 14 ilde sıkıyönetim ilan edildi, kanlı çatışmalar oldu. İsyan nisanda bastırıldı. 15 Nisan’da yakalanan Şeyh Said 28 Haziran’da Diyarbakır’da 46 kişiyle birlikte idam edildi. Bu isyanın niteliği, nedenleri yıllardır tartışılıyor. Resmi görüşe göre, isyan bir Kürt isyanı değil, şeriat isyanıydı ancak pek çok farklı kaynak isyanın güçlü etnik temelinin de olduğunu savunuyor.
1926-1930 Ağrı isyanı
Şeyh Said isyanını bastırmak için 4 Mart 1925’te çıkarılan Takrir-i Sükûn Yasası ile Kürtçe ve Kürt kültürüne dair her türlü simge ve ifade yasaklanmıştı. Bu süreçte Kürtleri aslında Türk olduklarına ikna etmeye yönelik bir strateji yürütüldü. İsyanla ilgisi olmayan Kürt ağaları Batı’ya sürüldü, topraklarından oldu. Bu siyaset ters tepti. Batı’ya gitmeyi reddeden bazı Kürt aşiret liderleri dağa çıktı. Baskın Oran’a göre Şeyh Said sonrasında Türkler ile Kürtler arasında Kurtuluş Savaşı’ndaki işbirliği dağıldı. Emperyalizme tepki olarak doğan bir çoğunluk, yani Türk milliyetçiliği, yarattığı tepkiyle bir azınlık, yani Kürt milliyetçiliğini doğurdu. 1926’dan başlayarak Ağrı Dağı civarında ve İran topraklarının bir bölümünde üç ayaklanma yaşandı. Bunlardan en önemlisi İhsan Nuri Paşa isyanıydı. Eski Osmanlı ordusunda Kürt bir subay olan İhsan Nuri Paşa, isyanı Suriye ve Lübnan’da üstlenmiş bir grup Kürt entelektüelin kurduğu Hoybun (Xoybun-Kürtçe’de bağımsızlık demek) adlı örgütle koordineli olarak düzenlemişti. Bu ayaklanma, Şeyh Said isyanından farklı olarak, dini motifler içermiyor, seküler ve milliyetçi bir kimlik taşıyordu. Bu açıdan Kürt tarihinde ilkti. İhsan Nuri 1929’da Bitlis, Van, Ağrı ve Botan bölgelerine yayınlan geniş bir alana hakim hale geldi. İsyan 1930’da 45 bin kişilik bir güçle bastırılabildi. İhsan Nuri İran’a kaçtı. İsyana karışan ve yakalananlar idam edildi.
1937-1938 Dersim isyanı
İki isyan bastıran Ankara, sıkıyönetim tedbirleri içeren Takrir-i Sükûn yasasından sonra, dikkatini Dersim’e yönlendirdi. Dersim, Şeyh Said isyanına katılmasa da Cumhuriyet’in reformlarına karşı çıktığı gerekçesiyle tepki topluyordu. Dersim, Osmanlı döneminden bu yana sürdürdüğü nispi özerkliğini kaybetmek, devlete vergi ve asker vermeye zorlanmak istemiyordu. 1926-1935 arasında Dersim ile ilgili yedi rapor hazırlandı. Bu raporların ikisi hariç tamamının ortak noktası meseleye güvenlik perspektifinden bakmasıydı. Vali Ali Cemal Bey ile Ömer Halis Bıyıktay raporları bunlardan ayrılıyordu. Vali Ali Cemal Bey yoğun olarak Kızılbaş Kürtlerin yaşadığı Dersim’i ve Alevileri düşman olarak değil uzun zamandır zulüm gören bir topluluk olarak görüyordu. Raporunda demokrat ve liberal çözüm önerileri sunuyor, “…Baskı sona erer ve şuurlu hareket edilirse Dersimliler Cumhuriyet Hükümeti'nin çok sadık ve vefakâr dostları olacaktır” diyordu. Bıyıktay Raporu’nda da benzer bir yaklaşım vardı. Ancak Ankara meseleye güvenlik perspektifinden bakmayı tercih etti. Türkiye’yi demografik yapısına göre üç bölgeye ayıran 1934’teki İskân Kanunu ile Dersim boşaltılması istenen, ikamete yasak bölgeler kategorisine alındı. Kanun “Ülke genelinde nüfusun yer değiştirmesini ve Türkleştirilmesini” amaçlıyordu. Dersim yasaya tepkiliydi. “Dersimli Alevi Kürtlerin piri Seyit Rıza, 1937'de Britanya Dışişleri Bakanı Anthony Eden'a yazdığı mektupta, Ankara hükümetinin yıllardır Kürtleri asimile etmeye çalışmasından; Kürtçe'yi yasaklayarak, Kürtçe konuşanları cezalandırarak, kendilerini Kürdistan'ın verimli topraklarından Anadolu'nun kıraç topraklarına zorunlu göçe tâbi tutarak uyguladığı baskılardan yakınıyordu.” Dersim’de tepki toplayan İskân Kanunu’nun ardından dönemin başbakanı İsmet Önünü, 1935 yılının ilk yarısında yaptığı Doğu seyahati sonrasında hazırladığı ıslahat planını açıkladı. Plan Dersim’e köprü ve yol yapılmasını, “(Kürt aşiretlerdeki) silahların toplanmasını, aşiretlerin başka yerlere nakillerini, valilik makamının kolordu karargâhı olarak planlanmasını ve tüm bunlara bağlı olarak üç yıllık bir hazırlık aşamasından sonra Dersim’e müdahale edilmesini” öngörüyordu. Plan için harekete geçildi. Dönemin tanığı İhsan Sabri Çağlayangil’e göre, Dersim’e yapılan bir köprünün açılışını Atatürk yapacaktı. Köprünün güvenliğini sağlayan karakola Kürt aşiretlerden oluşan isyancılar saldırı düzenledi, 33 asker öldü. O dönem Malatya Emniyet Müdürlüğü’nde görevli olan ve Atatürk’ün gideceği gün için Dersim’de görevlendirilen Çağlayangil, bu olayın isyanın başlangıcı olduğunu ve Atatürk’ün “Bu meseleyi kökünden hallediniz.” dediğini söylüyor. Askerlere yönelik saldırı üzerine Dersim’e bir dizi harekât düzenlendi. 13 Eylül 1937’de isyanın liderlerinden Seyit Rıza anlaşmaya çağrılmışken tutuklandı. 15 Kasım’da idam edildi. Çıkan isyan ve düzenlenen harekâtlarda resmi rakamlara göre, 13 binden fazla sivil ve 110 asker öldü. 12 bine yakın kişi de zorunlu göçe tâbi tutuldu. Çağlayangil’in 1986’da ordunun operasyon sırasında kimyasal gaz kullandığı yönündeki sözleri ise “Dersim’de soykırım yapıldı.” iddialarının kaynağı oldu.
1978 PKK’nın kurulması
Dersim isyanından sonra devlet Kürt sorununa güvenlik perspektifinden bakmaya devam etti. Kürt milliyetçi hareketi İran ve Irak gibi komşu ülkelerdeki hareketlere paralel şekilde sol ve sosyalist ideoloji ekseninde devam etti. İrili ufaklı pek çok örgüt kuruldu. 1965’te Türkiye Kürdistan Demokrat Partisi, 1970’te Devrimci Doğu Kültür Ocakları (DDKO) kuruldu. Bu hareketler büyük oranda Türkiye sol hareketiyle ortak damarlara sahipti. 1978’de ise Abdullah Öcalan liderliğindeki bir grup bağımsız bir Kürt devleti hedefiyle PKK’yı kurdu. Kürt İşçi Partisi anlamına gelen ‘Partiya Karkeren Kurdistan’, Markist-Leninist bir ideolojiye sahipti. “Bağımsızlık” diye yola çıkan PKK 1990’lı yılların sonunda bağımsız devlet fikrinden vazgeçti.
1984 PKK’nın ilk eylemleri
1979’da Suriye’ye sığınan Öcalan’ın talimatıyla silahlanan PKK, Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da devlete karşı, ses getiren ilk eylemlerini yaptı. 15 Ağustos 1984’de Siirt'in Eruh ve Hakkâri'nin Şemdinli ilçelerinde karakol ve askeri lojmanlara bombalı ve silahlı saldırı düzenledi. Bir asker öldü, üç sivil ve dokuz asker yaralandı.
1987 Olağanüstü hal
Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da sekiz ilde olağanüstü hal ilan edildi ve bu illerde Olağanüstü Hal Bölge Valiliği kuruldu. Olağanüstü hal her 4 ayda bir olmak üzere 46 kez uzatıldı. Uygulama 2002’ye kadar sürdü.
1991 Kürtçeye kısmi izin
12 Eylül 1980 darbesinden sonra yürürlüğe giren ve Kürtçeyi yasaklayan 2932 sayılı yasa kaldırıldı. Ancak yasaklar resmi kurumlarda, okullarda, görsel ve yazılı basında devam etti, Kürtçe konuşulmasına sadece resmi olmayan mekânlarda izin verildi.
1992-1995 Operasyonlar
Türk ordusu Körfez Savaşı sonrasında Irak’ın kuzeyinde oluşan Kürt bölgesinden kaynaklanan saldırılara karşı 1992 yılında geniş çaplı sınır ötesi operasyon düzenledi. Hava ve karadan düzenlenen operasyonda bölgedeki PKK üsleri vuruldu. Üç yıl sonra Türk Silahlı Kuvvetleri bu kez 35 bin askerle Kuzey Irak’a girdi. Güneydoğu’daki operasyonlar da yoğunlaştı.
1999 Öcalan’ın yakalanması
PKK lideri Abdullah Öcalan Kenya’da yakalandı ve idama mahkûm edildi. Ceza 2002’de ömür boyu hapse çevrildi. PKK ismini Kongra-Gel’e çevirdi. Örgütün Türkiye dışındaki üyelerine ‘Kendi ülkelerinizde kendi kollarınızı oluşturun’ talimatı verildi.
2007 İran-Türkiye operasyonu
Türkiye ve İran Kuzey Irak’a operasyon düzenledi. İran PKK üslerini vurdu, Türkiye de bir kez daha hem kara hem de hava harekâtı düzenledi.
2009 TRT 6 yayında
Kürtçe yayın yapan TRT 6 televizyonu Ocak ayında yayına başladı. Mayıs ayında ise hükümet Kürtlere daha fazla hak tanınmasını öngören Kürt açılımını başlattı. Türk milliyetçisi grupların tepkisini toplayan açılım, 34 PKK üyesinin Habur sınır kapısından kutlamalar eşliğinde geçiş yapmasının ardından sekteye uğradı.
2011 Çukurca, Uludere
Mart ayında dönemin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan Kuzey Irak’a tarihi bir ziyaret gerçekleştirdi. Bu bir Türk Başbakanı’nın bölgeye yaptığı ilk resmi ziyaretti. Eylül ayında ise MİT ile PKK arasında Oslo’da bir süredir devam eden görüşmelerin ses kaydı sızdırıldı. Erdoğan MİT görevlilerini bizzat görevlendirdiğini açıkladı. 19 Ekim’de PKK Hakkâri Çukurca’da sınır karakoluna saldırdı. 24 asker öldü. Bu PKK’nın en kanlı saldırılarından biri oldu. Aralıkta ise Şırnak’ın Uludere ilçesinde ordunun hava operasyonuyla PKK’lı oldukları sanılan 34 kaçakçı öldürüldü.
2012 Çözüm süreci
Eylülde bazı KCK tutukluları Öcalan’ın cezaevi koşullarının iyileştirilmesi için açlık grevine başladı. 68 gün süren grev Öcalan’ın “Son verin” talimatıyla bitti. Ankara, MİT ile Öcalan arasında PKK’nın silah bırakması hedefiyle yapılan görüşmeleri doğruladı.
2013 Öcalan’ın mektubu
Türkiye mahkemelerde Kürtçe savunmaya izin verdi. PKK 13 Mart’ta elindeki ikisi asker, biri polis sekiz rehineyi serbest bıraktı. Öcalan, 21 Mart 2013 Nevruz kutlamalarında gönderdiği mektupla tarihi bir mesaj verdi. PKK'ya “Sınır dışına çekilin.” dedi. “Silahlı mücadele dönemi bitti.” ifadesini kullandı.